8 MART
1908 yılında New York’ta ayaklanan kadın işçilerin eşsiz grevi ile taçlanan bu biricik tarih, iki yıl sonra (1910) Kopenhag’ta düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi delegeleri Clara Zetkin ve Kate Duncker’ın önerileriyle “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak onurlandırıldı. 1921’de ise Moskova’da düzenlenen üçüncü konferansta ilk anma gerçekleşti. Birleşmiş Milletler’in 1977 yılında “tanıdığı” bu tarih, Türkiye’de ilk kez 1921 yılında kutlanmıştı.
Dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde kadınlar, kadın olarak doğmalarından kaynaklanan acıları hâlâ yaşıyorlar. Şiddet, tecavüz, çifte sömürü altındaki kadınların, örgütlenme ve mücadele isteklerini yükselttikleri bir günde seslerini daha çok duyurmaları gerekiyor. Öyle çok kadın sureti var ki gölgede kalan, öyle çok hayat hikâyesi yazılmayı bekleyen… Bir arada olmanın gücüyle… Dayanışma her zaman yaşatır.
“Biz iyi şarkı söyleriz iyi ağlarız
Ağlarız şarkı söyleriz ölünceye dek.”
Gülten Akın, “Kadından Çocuğa…”
*
8 Mart deyince asla atlamamak gerek: Tam 30 yılını hiç sebepsiz bir şekilde tutsak olarak geçirmiş şair ve yazar İlhan Sami Çomak’a, yitirdiğinden daha uzun ve mutlu yıllar dileriz. İyi ki doğmuş, iyi ki yazmış…
9 MART
Tam da 8 Mart’tan sonraki gün ölmesi, kadınların bir laneti olabilir mi?
Evet, karşınızda Charles Bukowski!
Özellikle feministler tarafından “kadın düşmanı, cinsiyetçi ve toksik masküliniteyi yücelten bir yazar” olarak eleştirilmiştir. Şiir ve romanlarında kadınlara karşı kullandığı küçültücü ifadeler, şiddet ve istismar içeren anlatılar bu eleştirilerin zeminini oluşturur. “Sürtük”, “fahişe” gibi tanımlamaları sık ve iştahlı bir şekilde kullanması, lanetlenmesi için yeterlidir belki… Sadece bu da değil, kadın karakterleri genellikle derinliksiz bir biçimde verir. Onları ya bir “seks objesi” ya da “gaddar ve duyarsız” canlılar olarak ele alır. Otobiyografik öğeler taşıyan romanlarında (özellikle “Kadınlar”) bu yaklaşımının sadece yazınsal ve kurgusal bir şey değil, aynı zamanda karakterine dair işaretler taşıyan bir gerçeklik olduğu da görülmektedir. Bir kadına fiziksel şiddet uyguladığını itiraf edecek kadar “dürüsttür” Bukowski.
Onu, “en azından dürüst” olduğu gerekçesiyle sahiplenenler de az değildir. Ama “Kitlelerin Dehası”nda sakınılması gerektiğini söylediği “ortalama insan” tanımından kendisi ne kadar azadedir, tartışmaya değer… Nur içinde yatasıca!
10 MART
Mezarlarımıza tükürecekler mi? Mezarlarına tükürecek miyiz?
1920 yılında bugün, Sartre’dan en ilham almak isteyip de alamamış, en varoluşçu olmak isteyip de olamamış bir yazar, şair, müzisyen, mühendis, şarkıcı, çevirmen, eleştirmen ve daha birçok “şey” olan Boris Vian doğdu. Kara mizahı, absürd edebiyatı öylesine maharetle kullandı ki, sadece Fransız edebiyatının değil, dünya literatürünün de özgün isimlerinden biri haline geldi. Ancak bir gün bir kitap yazdı ve bütün hayatı değişti: “Mezarlarınıza Tüküreceğim”.
Vernon Sullivan mahlasıyla yazdığı bu roman, Amerikalı siyahlara uygulanan şiddet başta olmak üzere genel anlamda ırkçılığı eleştireyim derken şiddet, cinsellik ve intikam temalarının dozunu öylesine yüksek tuttu ki kitap büyük bir infial yaratarak yasaklandı. Bukowski’den sonra başka bir kadın düşmanı ile daha mı karşı karşıyayız acaba? 8 Mart’a saygıyla başlayan “Bu Hafta”yı tamamına erdirmek farz oldu: “Mezarlarınıza Tüküreceğim” romanının başkarakteri Lee Anderson, görünüş olarak “beyaz” gibi algılanan siyah kökenli bir adamdır. Kardeşinin, ırkçı beyazlar tarafından öldürülmesinin intikamını almak için bir kasabaya yerleşir. Burada beyaz kadınlarla ilişkiler kurarak onların güvenini kazanır ve sonunda onları öldürerek sözde intikamını alır. Roman, cinsel şiddet, vahşi cinayetler ve intikam duygusu etrafında şekillenir. Bu anlatı sebebiyle ırkçılığa karşı tepki yükseleceğine, siyah erkeklerin beyaz kadınlara karşı tehdit olduğu fikri yükselir.
Bukowski hiç niyet etmemiş, Vian ise kaş yaparken göz çıkarmıştır sanki… İyi ki mi doğmuş, okuyan bilir.
11 MART
“On dört yaşım diken ile kaplanmış
Göz ucuma karıncalar toplanmış
Kurşun gelmiş kaşlarımın üstüne
Alın yazım okur gibi saplanmış
Uyu Memik Oğlan uyu
Öte geçelerde büyü”
Ülkü Tamer, “Memik Oğlan”
2013 yılının Haziran ayında başlayan Taksim Gezi Direnişi eylemleri sırasında, polis tarafından atılan gaz kapsülü nedeniyle hayatını kaybetti bir kardeşimiz: Berkin Elvan.
Tam 269 gün komada kaldı vurulduktan sonra… 15 yaşında ve 16 kilodaydı öldüğünde. “Ölüm” kelimesinin ve “ölmek” fiilinin asla yakışmadığı bir yer. AH!
*
Metin Eloğlu’nun doğum günü. “Eloğlu binlik bozdurur”, o bozduramaz… Sağlık olsun.
12 MART
12 Eylül darbecilerinin en fazla kopya çektiği olay olabilir 12 Mart Muhtırası. Şiddetini baştan aşağı memleketin en aydınlık yüzlerine uyguladı. Sıkıyönetim sonrası solcu, devrimci ve muhalif kesimler hoyratça hedef alındı. Pek çok sanatçı tutuklandı, işkence gördü, sürgün ya da en iyi ihtimalle sansür edildi. Tutsaklığın ardından sürgüne de maruz bırakılan Sevgi Soysal hem “Şafak” hem de “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”nda bu dönemi enine boyuna ele almıştır. Darbenin öncesini ve 68’li yılların tüm dünyaya yayılan gençlik hareketlerinin Türkiye’deki hallerini “Bir Gün Tek Başına” romanında Vedat Türkali vermiştir. Yaşar Kemal, Aziz Nesin ve daha pek çok aydın, sanatçı 12 Mart zulmünden etkilendi. Bunun yanı sıra memleketteki hemen her muhalif aynı türden baskılara uğradı. Birçok insan işkencelerle, “operasyonlarla” katledildi. Bu kara tarihten yaklaşık bir yıl sonra, Türkiye’deki devrimci gençlik hareketinin öncü isimlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi.
13 MART
1939 yılında memleket tarihinin en yıkıcı depremlerinden biri ile (7.9) sarsılan Erzincan, 53 yıl sonra bu anlamda bir felâket daha yaşadı. 1999 yılında gerçekleşen Marmara Depremi’ne kadar en büyük deprem olan bu afet sonucu 8000’den fazla bina yıkıldı ve 653 yurttaş hayatını kaybetti. Büyüklüğü 6.8 olarak ölçülen depremde yaralananların sayısı 50000’den fazlaydı. Bu deprem, Türkiye’de yapı denetimi ve inşaat standartlarının yetersizliğini bir kez daha gözler önüne serdi ancak, ders ve önlem alması gerekenlerin sorumsuzlukları nedeniyle ülkede yaşanan her depremde tablo daha da vahim bir hal aldı. 17 Ağustos 1999 ve 6 Şubat 2023 depremlerinde kaybettiğimiz insanların sayısı ne yazık ki Erzincan’ın katbekat üstündeydi. Ülkenin en önemli gündemine sabitlenmesi gereken deprem konusunda hâlâ bir çalışma yapılmadığını dillendirirken bile dehşete kapılıyoruz. Zor yaşıyor, kolay ölüyoruz.
Afetlerin, yoksulluğun, bilinçsizlik ya da sorumsuzlukla ortaya çıkmış daha birçok sorunun kaynağını kader olarak gösterip, çözümü de tanrıya havale edenler bir dinleri olduğu için mi ahlaka ihtiyaç duymuyorlardı? 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Yugoslav yazar İvo Andriç’in 50. ölüm yıldönümü bugün. Onu anmanın da tam yeri:
“İnsanlar, kendi dinlerinden olanlarla birlikte, kendilerine öğretilen doğrulara inanarak yaşarlar ve diğer dinlerden olanları ya küçümser ya da onlardan nefret ederler. Onlara karşı içlerinde, derinlerde bir yerde belli belirsiz ama sürekli bir korku hissi taşırlar. (…) Bosna’da iki din arasında yüzyıllardan beri süren bu büyük ve tuhaf savaşta insanlar din kisvesi altında toprak, iktidar, kendi hayat görüşleri ve dünyayı idare ediş biçimleri için de çarpışıyorlardı. Birbirlerinin sadece kadınlarını, atlarını, silahlarını değil, şarkılarını, şiirlerini bile çalıyorlardı. Onlar da değerli bir ganimet gibi birinden ötekine geçiyorlardı.” İvo Andriç, Drina Köprüsü
14 MART
Baştan aşağı bir bilgelik kitabı, etiyle kemiğiyle dev bir şiir atlası… Şiirimizin en hüzünlü, en melankolik beylerinden biri. Aldığı felsefe eğitiminin hakkını verircesine metafizik ve varoluşsal temaları kendine özgü duyarlılığıyla sanatına katmış “dumanı lekesiz” şair: Metin Altıok.
Türkiye Tarihi’nin sayısız kara lekesinden biri olan 2 Temmuz 1993 günü, radikal İslamcılar tarafından gerçekleştirilen Sivas Katliamı’nda ağır yaralanan ve tam bir hafta sonra, 9 Temmuz 1993’te hayatını kaybeden şairin en sık kullandığı temalardan biri de “yangındır” tuhaf bir biçimde:
“Yüreğime benzin döküp kibrit çakan
Ey usta kundakçım iz bırakmayan”
Metin Altıok, “Aykırı Sevda Sözleri”
Kav, kor, köz, alaz, alev, ateş, yangın, kül… Bugün okunduğunda daha da kederlendirici ve huzursuz edici bir sıklıkla geçer şiirlerinde Altıok’un. Kendi sonunu görmüş olduğunu bile söyleyebilirdik, bu ülkenin kem yanlarını bilmeseydik.
Yazdıklarıyla yaşıyor: Devri daim olsun…
“Bu Hafta” Demet İskeçeli ve Emre Dursun tarafından hazırlanmaktadır.