8 C
İstanbul

Bu Hafta: 15- 21 Mart

Yayınlanma tarihi:

15 MART

1941 yılında, modern Türk edebiyatının usta öykücülerinden yazar ve çevirmen Tomris Uyar bugün doğdu. Gazetecilik eğitimi gördüğü halde genç yaşlarından itibaren edebiyata tutuldu ve üretken bir yazar olarak dikkat çekti. Papirüs dergisinin kurucularından biri olmasının yanı sıra deneme ve eleştirileri Yeni Dergi, Soyut ve Varlık gibi başka önemli dergilerde de yayımlandı. İki kere Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, bir kez de Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanan Tomris Uyar etkileyici gözlem gücü, hayli sade diline karşın psikolojik derinlik ve gerçekçi anlatımıyla dikkat çekmişti.

1969 yılında bir dergide yayımlanan “Eşlerinin Gözüyle Sanatçılarımız” başlıklı bir söyleşiye Tomris Uyar da katılmıştı. Hem Tomris Uyar’ın yaklaşımlarını hem de Turgut Uyar’ın kimi hallerini samimi bir açıdan görebilmek için açalım bu pencereyi:

– Nerede, nasıl tanıştınız eşinizle?

– Turgut’u sanatçı olarak liseden bu yana tanırım. İlk merhabamız İstanbul’da 1966 yazında, bir dost toplantısındaydı…

– Eşinizin sizce en önemli özelliği?

– Apaçık, dümdüz bir insan oluşu.

– Şiiri üstüne düşünceleriniz?

– Şiiri de kendisiyle aynı özellikleri taşıyor.

– Peki, ilk yaklaşıklığınızın nedenleri? Şiirin payı var mı orada?

– Bunları size anlatırsam, bana ne kalır?

– Evliliğiniz, öykülerinizin gidişatını olumlu ya da olumsuz etkiledi mi?

– Elbette olumlu bir etkisi olmuştur. Kendi sanat deneyiyle, birlikte yaşamanın verdiği güven dolayısıyla…

– Beğenmediğiniz huyları, davranışları?

– Soyunur, kuma kadar gider, denize girmez…

– E, beğendiğiniz?

– Yüreklidir, inatçıdır.

– Sizce evliliğin bir sanatçıya en aykırı yönleri?

– Önce şunu düzeltmek isterim: Sanatçı, başkalarından farklı, ayrıcalıklı bir kişi değildir. Birlikte yaşamak, insana aykırı bir olguysa, öyle düşünülüyorsa, daha doğrusu, o kanıda olanlar için geçerlidir ancak; sanatçı için de sanatla ilgisi olmayan herhangi biri için de… Oysa, ben öyle düşünmüyorum. İnsan, kendi kişiliğini, kendi sorumluluğunu her durumda tek başına, başkasına yıkmadan taşımayı bilmelidir. Yan yanalık kadın için de erkek için de sorumluluklardan sıyrılmanın özrü olmamalıdır. Mutlu bir “birlikte olma” durumu, bu sorumluluğu pekiştirdiği, diri tuttuğu için bileyici niteliktedir sanırım.

– Birkaç anı; iyi- kötü?

– Bu tür açıklamaları sevmem. Kimseyi ilgilendirmez ki bu özel şeyler.

– Peki, sizin izlenimlerinizce eşinizin en çok sevdikleri, sevmedikleri?

– Çok saygı duyulan, sevilen, yürekten bağlanılan kavramlar, böyle söyleşilerde sayıp dökülünce ” reklam” düzeyine düşer. Hele sevdikleri adına yapamaz insan bu sıralamayı. Kutsal inançlar dışında, şimdi aklıma geliverenler: Lorca, arkadaşı Mithat, Cahit Külebi’nin şiiri, bütün pehlivanlar, çocuklar, eşkıya, kedi, çift cepli gömlek, ucu sivri kurşun kalem, votka, sigara, patlıcan kızartması…

N. Meteoğlu, Güney Dergisi, 1969

16 MART

Bir söyleşisinde şöyle diyordu Ferhan Şensoy: “Önemli bir ekoldür Devekuşu Kabare, orada çok şey öğrendim. Geleneksel tiyatrodan da beslenen bir kabare tiyatrosuydu. Onun için en uzun ömürlü olan o oldu. Başka kabareler de olmuştur, hepsi onun taklididir ama o düzeye gelememişlerdir. ‘Oyuncular kötüdür,’ demiyorum, öbür kabare tiyatrolarının Haldun Taner’i yoktu.”

Haldun Taner, bundan tam 110 yıl önce bugün doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra devlet bursuyla Almanya’ya gitti ve Heidelberg Üniversitesi’nde siyaset bilimi öğrenimine başladı. Ancak sağlık sorunları nedeniyle yurda geri dönmek zorunda kaldı. Almanya değilse de Almanca macerası sürdü: İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Aynı üniversitenin Sanat Tarihi bölümünde öğretim üyeliği yaptı. Sadece bu kadar mı? Hayır. Hayatına Bertolt Brecht girmişti artık ve onun epik tiyatro anlayışından etkilenerek yazdığı toplumsal taşlama yönü ağır eserler hem edebiyat hem de tiyatroda büyük çığır açtı. Özellikle “Keşanlı Ali Destanı”, Türk Tiyatrosu’nda bir dönüm noktasıydı.

Yaptıkları ortadaydı, üstelik tiyatro sanatında kendini ispatlamış Ferhan Şensoy, hocasının eşsizliğini alıntıladığımız gibi anlatıyordu. Peki bu büyük ustaya göre bir “tiyatrocu” en çok neye ihtiyaç duyardı? Ahhh, “iki direk bir heves”

Füsun Akatlı’nın, “Tenha Yolun Ortasında” kitabında anlattığı gibi selamlayalım onu bir de: “Haldun Taner bir asaletti. Nezaketin ve zarafetin timsali olarak, ondan uygununu bulmak güçtür. Uygar, çağdaş, batılı. Dünün İstanbullusu. Ama bir o kadar, bugünün çağcıl, genç adamı.”

İsterseniz bir bakın, hâlâ genç…

*

Genç… Hele de Türkiye’de başınıza geldiyse altından kalkmanızın çok zor olduğu işlerden biri de budur oysa.

1978 yılındayız. İstanbul Üniversitesi. Haldun Taner bir akademisyen olarak orada değil artık. Başka bir bölümde, Eczacılık Fakültesi önündeyiz. Mehmet Ali Birand’ın “12 Eylül Belgeseli”nde ablasının, “pişmanlığından” dem vurduğu ve “oraya polisler tarafından getirildiğini” söyleyen Zülküf İsot adındaki ülkücü, öğrencilerin toplu olarak fakülteden çıktığı sırada “Kahrolsun Komünistler!” diye bağırarak bombalı bir saldırı gerçekleştirmiş, bombanın patlamasıyla birlikte öğrencilerin üzerine yaylım ateşi açılmıştı.

Tarihe 16 Mart katliamı olarak geçen bu kanlı saldırıda İstanbul Üniversitesi öğrencileri Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt ve Turan Öner yaşamlarını yitirdiler. Adları da katilleri de unutulmadı…

17 MART

1985 yılında, dünyanın en önemli iki oyun yazarı Arthur Miller ve Harold Pinter, Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) adına Türkiye’ye geldiler. Amaçları, aradan geçen beş yıla rağmen etkisi sürmekte olan 12 Eylül Darbesi’nin baskılarına maruz kalan meslektaşlarının durumunu gözlemlemekti. Onca donanım ve tecrübeye sahip iki isim için de hayatlarının en çarpıcı deneyimlerinden biri olmuştu bu ziyaret. Özellikle Pinter, Türkiye’de şahit oldukları üzerine hayli kalem oynattı. Kürt Sorunu hakkında “Dağ Dili” diye bir yazı bile yazdı.

18 MART

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Anayasa Hukuku” dersindeyiz. Hoca kendini kaptırmış bir şekilde dersi anlatırken bir yerde şöyle diyor: “Anayasa başta olmak üzere her yasa ve sözleşme halk tarafından onaylanmalıdır. Eğer halk desteği olmazsa…” Cümlesi bitmeden kapı çalıyor. 12 Mart Muhtırası’nın haftası dolmamış yani kapının çalması bile bir nezaket sayılabilir aslında. Mümtaz Hoca içeri girilmesini beklemiyor zaten ve öğrenciler için o sömestr en büyük ders şu oluyor: “Halk desteği olmazsa, işte böyle olur!”

Kapı daha açılmadan kimin geldiğini biliyordu ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gözaltına alınarak tutuklandı o gün Mümtaz Soysal. Suç, “komünizm propagandası”.

“Hem arkadaşı hem avukatı olan Uğur Alacakaptan’ı da tutuklayacaklar, davaya savcı olarak Baki Tuğ’u atayacaklardı. Oysa bu kitabın yayımlanmasının üzerinden iki yılı aşkın süre geçmişti. ‘Suç’, basın suçu kapsamındaydı. Ama savcı, ‘kitabın derste anlatıldığını, dolayısıyla Profesör Mümtaz Soysal’ın bu suçu sözlü olarak da işlediğini’ söyleyecekti. Öyleyse o tarihte aynı suçu işleyen biri daha vardı: Profesör Muammer Aksoy. Onun da görüşü alınacak ve Aksoy işi daha da zora sokarak, herkesi şaşırtacaktı: ‘Tamam ben de okutuyorum, fakat Atatürkçü açıdan okutuyorum.”
(Erdal Doğan, “Sevgi Soysal Yaşasaydı Aşık Olurdum”)

*

Biri Cumhuriyet’in ilanından dört yıl önce, diğeri ise iki yıl sonra doğmuş, Türk Sinemasının iki devi: Cahide Sonku ve Sadri Alışık. 14 yıl arayla aynı gün, bugün öldüler. Ölmek de neymiş?

Sonku, Türk Sinemasının ilk kadın yönetmeni ve yapımcısıydı. Doğduğu Yemen’den çıkagelip İstanbul’da, Darülbedayi’ye girdi. Yıldızı çabucak parladı. 1950 yılında Sonku Film’i kurdu: Bir kadın olarak bu işe girişen ilk kişiydi. Hemen bir yıl sonra hem yapımcılığını hem de yönetmenliğini üstlendiği “Fedakar Ana” filmine imza attı. Türk Sineması tarihinin kadın yönetimindeki ilk filmidir bu.

Tuhaf ama belki de memleket olarak payımız vardır bunda: Tıpkı tiyatromuzun “Müslüman” ilk kadını Afife Jale gibi, sinemanın bu öncü yıldızını da bir “bağımlılık” öyküsüne kurban verdik. Bağımlılıkları bir “irade eksikliği” olarak tanımlanabilir mi, yoksa iradeleri iğdiş edilmeye çalışıldığı için mi yaşadılar bunu, ne dersiniz? Bugün biri adına tiyatro, diğeri adına ise sinema ödülleri veriliyor. “Bugün” ne kadar geç, değil mi? Dün, ne kadar uzak; yarın, ne kadar meçhul…

O meşhur selamı ve içten oyunculuğuyla anımsadığımız an yüzümüzü güldüren Sadri Alışık hakkında konuşacak bir dolu şey buluruz bundan sonra da ama tam da bugünlerde, sokaklardaki hayvanların peşine düşen cellatları gördükçe siz de en çok o sahneyi hatırlıyorsunuz değil mi: “Sokak köpeklerine selam vermek, adam olmaya çeyrek var demektir.” (“Adam”, dönemin dili, bugünün değil ama bugün de selam vermeye devam edeceğiz ustanın dediği gibi…)

  1. ölüm yıldönümünde, o büyük Yunan şairinin dizeleriyle bitirelim bugünü:

“Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi,
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yüzüyoruz diye
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.”
(Odisseus Elitis, “Çılgın Nar Ağacı” – Çeviri: Cevat Çapan)

19 MART

Tarihin sayfaları arasında gezinirken, bazı tesadüfler haddinden fazla dikkat çekici olabiliyor: Amerikalı Yahudi yazar Philip Milton Roth 19 Mart 1933 yılında doğduğunda, ondan 27 yıl önce ama aynı gün doğmuş olan ve Hitler’e sunduğu “Yahudi Sorununun Nihai Çözümü” başlıklı katliam planıyla tanınan Otto Adolf Eichmann, tüm hızıyla Holokost’u organizeye hazırlanıyordu. Söz konusu “plan”, Yahudilerin toplu halde yok edilmelerini teklif ediyordu ve öyle de oldu.

Nazilerin paramiliter örgütü Schutzstaffel’ın (SS) liderlerinden olan Eichmann’ın, yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin öldürülmesiyle sonuçlanan soykırımdaki kayıpların hepsinden ama en az 2 milyonundan bizzat sorumlu olduğu düşünülüyor. 15 Aralık 1961’de idam edilmesiyle sonuçlanan yargılamasında, mahkemenin hakkındaki kanaati çok netti: O bir emir kulu değil, Holokost’un gönüllü bir failiydi. Hannah Arendt’in o dava üzerine yazdığı kitabın başlığı hem Eichmann’ı hem de aynı zihniyetteki insanları tanımlarken kullandığımız çarpıcı bir tespit içeriyordu: “Kötülüğün Sıradanlığı”

20. yüzyılın en önemli edebi figürlerinden biri olarak kabul edilen Philip Roth, Amerikan kimliği, Yahudi kültürü, bireysel özgürlük ve toplumsal değişim temaları üzerinde çokça durmuş bir yazardı. Cemal Süreya’nın Yaşar Kemal için söylediği, “En çok Nobel alamayan yazar” sözünün Amerika özelindeki karşılığıdır denilebilir. Vietnam Savaşı dönemindeki Amerikan toplumunu işleyen en önemli eserlerinden biri olan “American Pastoral” ile Pulitzer Ödülü’nü kazanmış, Nobel’e ise aday gösterildiği halde ulaşamamıştı.

“Elimdekilerle, elimden gelenin en iyisini yaptım,” diyerek 2012 yılında yazarlık kariyerini noktaladığını açıklamış, 2017 yılında da hayatını kaybetmiştir.

20 MART

“Düşünmek Ne Demektir?” kitabında onun dizelerine yer vermiştir Martin Heidegger:

“Ein Zeichen sind wir, deutungslos
Schmerzlos sind wir und haben fast
Die Sprache in der Fremde verloren.”

“Biz okunmayan bir işaretiz
Acı hissetmiyoruz, kaybettik neredeyse
yabancı diyarlarda dilimizi.”

(Friedrich Hölderlin, “Mnemosyne” – Çeviren: Ahmet Aydoğan)
Bugün doğdu Hölderlin ve biz asla kaybetmeyelim dilimizi:

21 MART

O halde…

Newroz pîroz be!
Nevruz kutlu olsun!

Bugün aynı zamanda dünya şiir günü ve büyük halk ozanı, şair Âşık Veysel’in ölüm yıldönümü. Unesco’nun 2013 yılına ismini vererek onurlandırdığı bu büyük şair, hiçbir zaman şöyle saçma bir şey söylememişti: “Benim sana verebileceğim çok şey yok aslında. Çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen…”

Etmeyin. Ona “sadık yari” ile muhabbetler diliyoruz ve o muazzam diliyle anıyoruz:

“Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk kardaşık
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım”

Ve elbette, Down Sendromu Farkındalık Günü, 21 Mart…

Down sendromlu bireylerin her ülkede, toplumda eşit haklara sahip olduğunu haykırmaktan ve bu anlamda mücadele etmekten hiçbir zaman geri durmayacağız.

Yannis Ritsos’la selamlayalım bugünü, yarını, bu haftayı ve görkemli zamanı:

“İnsanları birleştirmek içindir şarkımız.”

*

Hazırlayanlar: Demet İskeçeli ve Emre Dursun

Benzer İçerikler

spot_img

Son İçerikler

spot_img