8 C
İstanbul

Lefkoşa: Türklüğü, Müslümanlığı Başkasından Öğrenecek Değiliz!

Yayınlanma tarihi:

Lefkoşa’da toplanan binlerce insanın “Kıbrıs laiktir laik kalacak!” sloganlarıyla yürüyüşe geçmesinin nedeni, KKTC Hükümetinin orta öğretimde kılık kıyafet kurallarını düzenleyen tüzüğü değiştirmesiydi.

Kamuoyunda tartışmaya neden olan tüzük değişikliğiyle ortaokul öğrencilerinin ebeveynlerinin talebiyle, lise öğrencilerinin ise tamamen kendi takdirleriyle okula inançlarına uygun şekilde giyinerek gelebilmelerinin önü açıldı.

Yeni yapılan tüzük değişikliğinde “Öğrenciler, okul yönetimi tarafından belirlenen okul üniformasıyla birlikte inançlarının gerektirdiği belirli kıyafetleri giymekte serbesttir. Ancak iş bu kıyafet okul üniformasını kapatamaz.” İfadesi kullanılırken okullara gönderilen genelgede de “Kıyafet unsurlarının, öğrencinin yüzünü, kimliğini veya iletişim yeteneğini engellemeyecek biçimde sade bir şekilde kullanılması gerekir. Eğitim ortamında yüzü tamamen kapatan kıyafetlerin (peçe, burka, nikab) kullanımı yasaktır” uyarısı yapıldı.

Başta öğretmen sendikaları, çok sayıda siyasi parti ve sivil toplum kuruluşunun tepkisiyle karşılaşan tüzük değişikliği, UBP-YDP-DP Koalisyon Hükümetinin Başbakanı Ünal Üstel tarafından “İnanç özgürlüğü, tüzük değişikliğiyle evrensel insan hakları ilkeleri doğrultusunda koruma altına alındı” sözleriyle savunuldu.

Toplumda sorun edilmeyen başörtüsü, sorun haline getirildi

Türkiye’de kılık-kıyafet tartışmalarının en hararetli yaşandığı dönemlerde bile Kuzey Kıbrıs’ta herhangi bir kriz yaşanmamasının nedeni, okullarda kıyafet ve üniforma düzenleme yetkisinin okul yönetimlerine bırakılmasıydı. Bu esneklik sayesinde Kuzey Kıbrıs’taki üniversitelerde başörtülü öğrenciler bugüne dek hiçbir problem yaşamadan eğitimlerine devam edebildiler. Ortaöğretimde ise başörtüsü serbestliği sadece Hala Sultan İlahiyat Kolejinde uygulanıyordu. Sistem, ilk ve orta dereceli okullarda öğrencilerin okulların belirlediği kılık kıyafet düzenlemesine uymasını zorunlu kılıyor, buna karşılık üniversitelerde artık yetişkin sayılan bireylerin giyim kuşam tercihlerine müdahale edilmemesi esasına dayalı olarak sıkıntısız biçimde işliyordu.

Kılık kıyafet düzenlemesinin Kuzey Kıbrıs’ın gündemine birdenbire girmesinin nedeni, geçtiğimiz ay Lefkoşa’daki İrsen Küçük Ortaokulu ve İskele’deki Bekir Paşa Lisesi’nde iki öğrencinin derslere başörtüsüyle katılması oldu. Öğretmenlerin tüzüğe aykırılık gerekçesiyle tepki vermesi üzerine Eğitim Bakanlığı duruma müdahale ederek mevcut tüzükte değişikliğe gitti.

Yeni düzenleme, okullarda uygulanacak kılık kıyafet kurallarını belirleme yetkisini okul yönetimlerinden alarak Bakanlığa bağlıyor, eski tüzükte yer almayan başörtüsü konusu da bu kez açıkça ifade edilerek “inançları doğrultusunda başlarını örtmek isteyen öğrencilerin bone üzerine bandana kullanabileceği” belirtiliyordu.

Milli Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu üniversitelerde zaten yürürlükte olan kılık kıyafet serbestisinin yanında yapılan bu yeni düzenleme ile ortaöğretimdeki başörtüsü yasağı engelinin de aşılmış olduğunu söylüyordu.

Tüzük değişikliğine karşı tüm kesimlerden tepki!

Başta öğretmen sendikaları olmak üzere çok sayıda siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu 18 yaşını doldurmamış, dolayısıyla gelişimini tamamlamamış bireylerin dini sembollerle etiketlenmelerine neden olacağı gerekçesiyle bu değişikliğe itiraz ettiler.

“Siyasal İslamın bir dayatması” olarak görülen tüzük değişikliğine karşı direnişe geçen öğretmen sendikaları Bakanlığı geri adım atmaya zorladılar.

Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) ve Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) anayasaya ve laiklik ilkesine aykırı olarak gördükleri tüzük değişikliğinin Türkiye’de olduğu gibi eğitimi dini referanslarla şekillendirme çabasının sonucu bir dayatma olduğunu ileri sürdüler ve bu dayatmaya sessiz kalmayacaklarını duyurdular.

Belirli bir olgunluğa gelen gençlerin, öğrenci ve öğretmenlerin inançları doğrultusunda kılık kıyafetlerine karışılmasının savunulamayacağını vurgulayan sendikalar, buna karşılık tüzük değişikliğinin çocukları erken yaşta belirli kalıplara sokma çabası anlamına geldiği ve çocukların dini kimlikler üzerinden ayrıştırılmalarına yol açacağı uyarısında bulundular.

Krizin başlangıç noktası olan İrsen Küçük Ortaokulunda öğretmenler derslere girmeyerek, sınavları iptal ederek tüzük değişikliğini protesto ederken, Okul Aile Birliği ve veliler de öğretmenlere desteklerini açıkladılar.

Tüzük değişikliğine ana muhalefet partisi CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi), TDP (Toplumcu Demokrasi Partisi), BKP (Birleşik Kıbrıs Partisi), YKP (Yeni Kıbrıs Partisi) ve Bağımsızlık Yolu da sert tepki göstererek yeni düzenlemenin anayasaya ve laiklik ilkesine aykırı olduğunu vurguladılar.

Tüzük değişikliği geri çekildi ama tansiyon düşmedi…

Kamuoyunda yükselen tepkiler üzerine Başbakan Ünal Üstel Meclis’te yaptığı konuşmada tüzük değişikliğini geri çekeceklerini açıkladı. Bakanlar Kurulu’nun 24 Mart günü tüzük değişikliğini geri çektiğini açıklaması üzerine sendikalar, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları, söz konusu kararı olumlu bir adım olarak değerlendirdiler.

Tüzüğün geri çekilmesine rağmen İrsen Küçük Ortaokulu ve Bekir Paşa Lisesi’nde başörtüsü krizi devam etti. Sınavlara başörtüsüyle girmeye çalışan kız öğrencilere izin verilmemesi üzerine çocukların velisi olduklarını söyleyen grupla öğretmenler arasında sert tartışmalar yaşandı. Öğretmenlerin söz konusu velilerin TC Elçiliği çalışanları olduğunu söylemesi üzerine sendikalar gelişmeleri protesto etti. KTOEÖS Genel Sekreteri Tahir Gökçebel, okul yönetiminin ve öğrencilerin baskı altına alınmaya çalışıldığını söyleyerek TC Elçiliği’ne “Burası Kıbrıs, kendi eğitimi, kültürü var. Ya buna saygı göstereceksiniz ya da gideceksiniz” şeklinde tepki gösterdi.

Milli Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu, sendikanın tutumunu eleştirerek “hükümet belirli bir uzlaşma ortamı sağladı, tüzük geri çekildi ancak öğrencilerin eğitim hakkının engellenmesi kabul edilemez” açıklamasını yaptı. Kılık kıyafet denetim yetkisinin yeniden okul yönetimlerinde olduğuna işaret eden Çavuşoğlu, buna karşılık kılık kıyafet kuralına uymayan öğrencilerin okula alınmamasının da kabul edilemeyeceğini söyledi.

Başbakan Ünal Üstel de sendikaların tutumunu eleştirerek “Bu konu bireylerin dünya görüşüne göre şekillendirilecek bir konu değildir, hiçbir öğrencinin eğitim hakkını engelleyemezsiniz, eğer bir disiplin sorunu varsa disiplin kurallarını işletirsiniz” dedi.

Bardağı taşıran damlalar…

Süreci Kuzey Kıbrıs’taki eğitim sistemini Türkiye’dekine benzetmeyi hedefleyen TC Elçiliği ve Türkiye’nin müdahalesi olarak değerlendiren sendikaların itirazlarına karşı hükümetin uygulamasından yana tutum açıklayanlar da vardı. Karşılıklı açıklamalar gerilimi daha da yükseltti.

Beğenmeyen Rum tarafına!

Kuzey Kıbrıs’ta örgütlü Hak ve Özgürlük Platformu Başkanı Mustafa Tıngır, İrsen Küçük Ortaokulunda yaşanan olayların sorumlusunun sendikalar olduğunu ileri sürerek öğretmen kimliği altında vandallık sergileyenlerin tutuklanmasını istedi. Sendikacıları ahlaksızlıkla suçlayan Tıngır, “Kanımızı dökerek geldik, ancak kanımızı dökerek ayrılırız. Okullar da bizim, camiler de bizim, üniversiteler de bizim. Aidiyet hissetmeyenler Rum tarafına gidebilir” dedi.

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, Hak ve Özgürlük Platformu’nun açıklamasına karşılık “bizim dilimizde ya sev ya terk et yok. Hiçbirimiz bir yere gidecek değiliz” diyerek kutuplaşmayı derinleştirecek ifadelerden kaçınılması çağrısı yaptı.

Dinime küfredenin selasını okumam, namazını kılmam!

İrsen Küçük Ortaokulundaki gerginlikle ilişkili olarak Hamitköy Camii imamı İbrahim Damar’ın sosyal medya hesabı üzerinden KTOEÖS yönetimini işaret ederek “Dinime küfredenin selasını okumam, cenaze namazını kılmam” paylaşımı tepki topladı.

Din İşleri, imamı kınadı ve görevden uzaklaştırdı.

Din İşleri Başkanlığı, imam Damar’ın paylaşımının toplumda büyük rahatsızlık yaratmasının ardından yayınladığı açıklamada “Bir din görevlimizin sosyal medyada yaptığı paylaşımlar kamuoyunda tartışmalara neden olmuş ve toplumumuzda üzüntüye sebep olmuştur. İslam dini, sevgi, merhamet ve hikmet dini olup, insanları ötekileştiren ve kırıcı bir dili değil; barışı, kardeşliği ve hoşgörüyü teşvik eder. Müslümanın görevi, insanları incitmek değil; hakikati, güzelliği ve rahmeti en güzel üslupla anlatmaktır. Bu konuda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) hayatı ve örnekliği bizler için yol göstericidir. Din hizmeti yürüten her görevlimiz, toplumun tüm kesimlerine eşit, adaletli ve kapsayıcı bir anlayışla yaklaşmakla sorumludur. İslam’da hiç kimsenin dini duyguları üzerinden yargılanması veya dışlanması kabul edilemez. Özellikle cenaze hizmetleri gibi ibadetler, kişisel kanaatlerle değil, dinimizin temel esasları doğrultusunda ve toplumun huzuru gözetilerek yerine getirilmelidir.” Görüşlerine yer verdi.

Hamitköy İmamı İbrahim Damar, toplumun artan tepkisi üzerine hakkında disiplin soruşturması açılmasının ardından geçici olarak görevden uzaklaştırıldı.

AKP Sözcüsü Çelik: Bunun adı laiklik değil faşizmdir!

Gelişmeleri dikkatle izlediğini belirten Ankara’nın tepkisi AKP Sözcüsü Ömer Çelik’ten geldi.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik Kuzey Kıbrıs’ta bir öğrencinin başörtüsü nedeniyle okula alınmamasının faşizan bir uygulama olduğunu ileri sürerek “Eğitim hakkını ihlal edenlerin bu çirkin yaklaşımı, insan haklarına aykırı bir fanatizmdir. Bu çirkinliğe bahane üretmek için sarfettikleri cümleler ise vahimdir. Bu fanatizme karşı ülkemizde çok temel bir demokrasi mücadelesi verdik. Geçmişte bu yasakçılığa imza atanlar utançlarıyla baş başa kaldılar. Aynı fanatizmin KKTC’ye zarar vermesi engellenmelidir. En temel değerlere aykırı bu çirkin yaklaşımın düzeltilmesini temenni ediyoruz. Bir öğrencinin başörtüsü sebebiyle eğitim hakkının engellenmesinin laiklikle izah edilmesi saçmalıktır. Bu yaklaşım laiklik değildir, laikliğin çirkin bir istismarıdır. Fanatiklerin eğitim hakkını engellemesi açık bir faşizmdir” dedi.

Ömer Çelik’in çıkışı, bir anlamda Türkiye’nin sürece ilişkin açık tutumu olarak değerlendirildi ve Türkiye ile ilişkilerde temkinli bir dil kullanmaya özen gösteren merkez sağ siyasetçileri bile çileden çıkardı.

Dinimizi ve Türklüğümüzü başkalarından öğrenecek değiliz!

Serdar Denktaş: Selamızı okuyacak olan bulunur!

Serdar Denktaş sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı sert paylaşımda “Gelen ya buraya uyacak ya da kendisine uyacak yere gidecek” diyerek tartışmalara katıldı.

“Yeter artık bu saçma sapan söylemler” diyen Serdar Denktaş “Geldiği yere uyum sağlaması ve Kıbrıs Türk tarihine saygı duyulması gerektiğini anlaması gerekenler var.  Kıbrıslı Türk’ün Türkiye sevgisini sınamaya kalkmaktan vazgeçin. Maneviyatımızın yükseltilmesi gerektiği düşüncesinden sıyrılın. Tarihimizi biraz öğrenirseniz nasıl Türk ve Müslüman kaldığımızı anlarsınız. Ve biraz da aynaya bakarsanız neden devletten ve dinden uzaklaşmaya başladığımızı görürsünüz! Ha, selanız okunmayacak diyenler de bilsinler, selamızı okuyacak olan bulunur” dedi.

Serdar Denktaş, sonraki günlerde katıldığı bir televizyon programında Kıbrıslı Türklerin dünyanın en laik Müslüman toplumu olduğuna işaret ederek “Bu toplumda hiç kimse dini uygulayış biçimi açısından bir diğerini yargılamadı, yargılayamaz. “Selanızı okumam” ya da “Rum’a gidin” gibi sözler sarf eden zihniyete ve yobazlığa karşı çıkıyorum ve çıkmaya devam edeceğim” dedi.

Bir ailenin elbette inancına göre yaşama hakkının olabileceğini söyleyen Denktaş “Çocuğun ailesi ben mutaassıp bir aileyim, kızımın başını örtmesini istiyorum deme hakkına elbette sahiptir. O çocuğun da eğitim alma hakkı elbette vardır. Bu şekilde eğitimini alabileceği okul da vardır. Kimsenin eğitim hakkını kısıtlamak diye bir şey olamaz. Fakat “bu görüşe katılmayan Rum’a gitsin” ya da “bunların selasını okumam” veya sahnede sanat icra ederken hayatını kaybetmiş bir sanatçıya “sahnede gebermiş” “bunların leşini camiye getirmeyin” gibi söylemlerde bulunan zihniyete hep birlikte karşı çıkarız. Çünkü bizim için Atatürkçülük ezberlenen bir şey değil. Biz Atatürkçü yaşam biçimini benimsemiş bir toplumuz. Atatürk ilke ve inkılaplarını Kıbrıs Türkü gönüllü olarak benimseyerek hareket etti. Biz Atatürk’ü putlaştırarak, ilahileştirerek değil gerçekten içtenlikle inanarak yaşam biçimi haline getirdik.” Dedi.

İzlem Gürçağ: “Kültürümüzde türban yok!”

UBP Milletvekili, eski Sağlık Bakanı İzlem Gürçağ Altuğra, Disiplin Tüzüğü’nün net ve yoruma kapalı olduğunu vurgulayarak, laik eğitim anlayışından taviz verilmeyeceğini söyledi. Türban tartışmalarına sert tepki gösteren Altuğra, “Bizim kültürümüzde böyle bir şey yoktur” dedi.

Hasan Taçoy: “Kimse bana git Güney’de yaşa!” diyemez!

UBP Milletvekili Hasan Taçoy da UBP Parti Meclisi’ne kadar taşınan konunun dini değil siyasi bir tartışma olduğunu belirterek “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Atatürkçülük ve laiklik kavramı kumdan kale değildir ve yıkılmazdır.  Kıbrıs Türk halkı bunu yüzlerce yıldır ispatlamıştır. Kıbrıs Türk Halkı bu topraklara ayak bastığı günden bugüne diline, dinine, kökenine, örf, adet ve geleneklerine sahip çıkarak bunları günümüze kadar taşımıştır. Kim olursa olsun, hiç kimsenin, Kıbrıs Türk halkının Türklüğünü, Müslümanlığını sorgulamasına, aşağılamasına, yurttaşlarımızı kendi yurdundan dahi kovma hadsizliğini göstermesine izin vermeyiz.” Dedi.

Yasaların toplum bireylerini 18 yaşına kadar “çocuk” olarak gördüğüne işaret eden Taçoy, ağırlıklı çoğunluğu Müslüman olan Kıbrıs Türkü’nün modern İslam’ı benimsediğini söyledi. Kıbrıs Türk halkının hiçbir dönemde İslam dinine olan inancından ve bayrağına olan sevgisinden vazgeçmediğine dikkat çeken Taçoy, “bu ülkede hiçbir zaman dini siyasete alet etmedik, ancak şu an bunu körükleyen taraflar var” dedi. “Evet bu ülkede düşünce özgürlüğü var ama kimse de çıkıp bana ‘git Güney’de yaşa’ diyemez” diyen Taçoy, “niyetim taraf tutarak konuşmak değil, bu işin çözümünü bulabilmektir” ifadelerini kullandı.

UBP Parti Meclisi: Herkes haddini bilsin!

İktidardaki Ulusal Birlik Partisi Parti Meclisi adına yapılan açıklamada “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Atatürkçülük ve laiklik kavramı kumdan kale değildir ve yıkılmazdır.  Kıbrıs Türk halkı bunu yüzlerce yıldır ispatlamıştır.” Denilerek şu görüşlere yer verildi: “Kıbrıs Türk Halkı bu topraklara ayak bastığı günden bugüne diline, dinine, kökenine, örf, adet ve geleneklerine sahip çıkarak bunları günümüze kadar taşımıştır. Kim olursa olsun, hiç kimsenin, Kıbrıs Türk halkının Türklüğünü, Müslümanlığını sorgulamasına, aşağılamasına, yurttaşlarımızı kendi yurdundan dahi kovma hadsizliğini göstermesine izin vermeyiz.”

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar: Devlet gereğini yapacaktır!

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, başörtülü bir kız çocuğunun okula girişiyle ilgili tartışmaların toplumu ayrıştırdığını belirterek, kırıcı ve radikal söylemlerin polis ve Başsavcılık tarafından soruşturulması gerektiğini vurguladı. “Devlet gereğini yapacaktır” diyen Tatar, uzlaşı ve sağduyu çağrısında bulundu.

Sibel Tatar: Reşit olmayan başörtülü çocukların Atatürk resminin asılı olduğu sınıflarda okumasına karşıyım

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın eşi Sibel Tatar, sendikalar öncülüğünde gerçekleştirilen yürüyüşe katılmak istediğini ancak katılamadığını belirterek, “Reşit olmamış kız çocuklarının çoklukla ailelerinin isteği üzerine başını örtüp ulu önder Atatürk’ün resminin asılı olduğu sınıflarda okumasına karşıyım” dedi.

Başörtüsüne karşı olmadığını, zamanında Türkiye’de üniversitelere başörtülü öğrenci alınmamasına şiddetle karşı çıktığını belirten Sibel Tatar eğitim hakkının üniversite yaşındaki reşit bir kızın elinden alınamayacağını, ancak18 yaşına henüz gelmemiş, reşit olmamış kız çocuklarının ailelerinin isteğiyle başını örtmesinin karşısında olduğunu ifade etti. Bu konuda alternatif okulların varlığına da dikkat çeken Tatar, “Hala Sultan İlahiyat Koleji” gibi okulların buna örnek olduğunu vurguladı.

Sibel Tatar’ın tam paylaşımı şöyle:

“MUTLU ÇOCUKLAR nerede? Gereksiz bir tüzük değişikliği ve halkın haklı tepkisi ile sokaklara dökülmesi…Akşam çook emek verdiğim projem aylar öncesinden günü kararlaştırılmış, davetiyeleri dağıtılmış Kıbrıs Kapı ve Sandıkları Müzesi’nin açılışı olmasaydı ben de yürüyüşte olacaktım. Başörtüsüne karşı değilim saygı duyuyorum zamanında Türkiye’de Üniversitelere baş örtülü öğrenci alınmamasına şiddetle karşı çıkanlardanım eğitim hakkı üniversite yaşındaki reşit bir kızın elinden alınamazdı. Fakat 18 yaşına henüz gelmemiş, reşit olmamış kız çocuklarının çoklukla ailelerinin isteği üzerine başını örtüp ulu önder Atatürk’ün resminin asılı olduğu sınıflarda okumasına da karşıyım ki bu ülkede de artık bir alternatif okul var Hala Sultan İlahiyat Koleji. Bu yazıyı vicdanımla, mutlu çocuklar için ve babası hacı olmuş, kendim de Ocak ayında Umreye gitmiş inançlı bir Kıbrıslı Türk Kadını olarak yazıyorum.”

Kıbrıslı Türkler kimlik dayatmalarına itiraz ediyor…

Peki siyasetin sağından en soluna Kıbrıslı Türkler bu denli öfkelenmekte haksız mı? Bunun için Kıbrıs’ın yakın tarihine bakmakta yarar var.

1878’de Abdülhamid tarafından İngilizlere bırakılmalarına, 1920’de Misak-ı Milli dışında kalmalarına rağmen “Müslüman” ve “Türk” kimliklerini korumakla kalmayıp, herhangi bir zorlamayla karşılaşmaksızın Atatürk ve Cumhuriyet değerlerini kendiliklerinden benimseyen Kıbrıslı Türkler, dışarıdan dayatılmaya çalışılan kimliğe itiraz ediyorlar.

Gelin 1878’den 1950’lerin ortalarına kadar Türkiye tarafından kaderlerine terk edilen ve tüm bu terk edilmişliğe rağmen dillerini, kimliklerini korumayı başarmış Kıbrıslı Türklerin hikâyesine biraz daha yakından bakalım:

1878’de ne olmuştu?

4 Haziran 1878’de Padişah Abdülhamit’le İngiltere yönetimi arasında imzalanan ve aynı yıl 12 Temmuz’da İngilizlerin Kıbrıs’ı işgal etmelerine yol açan “Kıbrıs Konvansiyonu” (Cyprus Convention) olarak anılan Savunma Antlaşmasının I. maddesi şöyle idi:

“Batum, Ardahan, Kars veya bunlardan herhangi biri Rusya tarafından (Türkiyeye) geri verilmezse ve Rusya, Haşmetlû Padişahın Asya’da kesin Barış Antlaşmasınca saptanan ülkelerinden bir bölüğünü bile ileride herhangi bir tarihte ele geçirmek girişiminde bulunursa, İngiltere, bu ülkeleri silâh gücüyle savunmada Haşmetlû Padişaha yardımda bulunmayı üstlenir. Buna karşılık olarak, Haşmetlû Padişah, yönetimde gerekli ıslahatı daha sonra iki Devlet arasında anlaşmaya varılacağı biçimde uygulayacağı ve Bâbıâli’nin söz konusu bölgelerdeki Hıristiyan ve öteki uyruklarını koruyacağı yolunda İngiltere’ye söz verir. Haşmetlû Padişah, ayrıca, İngiltere’nin kendi üstlenmelerini yerine getirmesi için gerekli tedbirleri alabilmesi için, Kıbrıs Adasının İngiltere’ce işgal edilerek yönetilmesini kabullenir”.

Kıbrıs Antlaşmasına ek olarak 1 Temmuz 1878’de şu altı madde kabul ediliyordu:

  1. a) Kıbrıs’ta İslâm dinsel mahkemesinin çalışmaları sürdürülecek;
  2. b) Evkaf mülkü yönetilecek;
  3. c) Kıbrıs giderinden artan gelir Bâbıâlî’ye ödenecek;

ç) Kıbrıs’taki Osmanlı hanedanı veya Devletine ait araziyi Padişah satabilecek veya icar edebilecek

  1. d) İngiliz yönetimi, kamu amaçları için arsa istimlâk edebilecek
  2. e) Rusya, son savaşta fethettiği Kars’ı ve Ermenistan’daki öteki ülkeleri Türkiye’ye geri verirse, Kıbrıs Adası İngiltere’ce boşaltılacak ve 4 Haziran 1878 tarihli Antlaşma sona erecektir.

Bu anlaşma ile Kıbrıs’ta 1571’den 1878’e, kesintisiz 307 yıl süren Osmanlı hakimiyeti sona erdi. Ancak Kıbrıslı Türkler Ada ile birlikte kendilerinden vazgeçen Osmanlı İmparatorluğu’na bağlılıklarını, Müslüman-Türk kimliklerini titizlikle korumayı sürdürdüler.

Bir yandan İngiliz egemenliğine, bir yandan Rum milliyetçiliğine direnç…

Birinci Dünya Savaşı, Adanın da kaderini değiştirdi.

İngiltere 1914’te Osmanlı İmparatorluğunun karşı ittifakta yer alması nedeniyle Kıbrıs’ı tamamıyla ilhak ederek Britanya topraklarına kattı.

Adanın İngiltere tarafından ilhakı, Kıbrıslı Türklerde büyük bir hayal kırıklığına ve beka endişesine yol açtı. Kıbrıslı Türkler bir yandan İngiliz yönetimi altında kimliklerini korumaya çalışırken diğer yandan da Rumların adanın Yunanistan’a bağlanması için başlattıkları mücadeleye de direnmek zorunda kaldılar.

30 Ekim 1918’de imzalanacak olan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı’nın savaştan çekileceği ve Paris Konferansı’nda Osmanlı topraklarının akıbetinin pazarlık konusu haline geleceği duyumları Kıbrıs’ta da büyük heyecana yol açtı. Nitekim Kıbrıs Başpiskoposu Kirillos başkanlığında bir heyetin Paris Konferansı öncesinde lobi yapmak üzere Londra’ya gitmesi, Kıbrıslı Türkleri huzursuz etti. Bütün bu gelişmeler üzerine dönemin önemli isimleri arasında yer alan Müftü Ziyaeddin Efendi ile gazeteci- öğretmen Mehmet Remzi, güçlerini birleştirerek bir direniş meclisi oluşturmaya karar verdiler.

Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan aylar önce Lefkoşa’da Meclis-i Milli kuruldu

Tarih 10 Aralık 1918’dir ve Mustafa Kemal’in milli mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a ayak basmasına daha aylar vardır.

10 Aralık 1918’de Ziyaeddin Efendi’nin Lefkoşa’daki evinde, üç gün boyunca toplanan Meclis, iki önemli karar alır:

Birinci karar, 11 Aralık:

Her fırsatta adanın Yunanistan’a ilhak sorununu ortaya atarak adanın İslam halkını inciten Rum vatandaşlarımız, bu kez de Genel Barış Daimî Kongresi’nin toplanacağı vesilesiyle o milli duygularını yine belirtmeye giriştiklerinden, biz Kıbrıs Müslümanları, Rum vatandaşlarımızın bu hareket, iddia ve isteklerini şiddetle red ve protesto eder ve buna karşılık biz Müslüman ahali de kendi milli duygularımızı ve üstün vatanperverliğimizi belirterek, adanın geleceği Barış Kongresinde söz konusu olduğu esnada adanın, yasal sahibi olan ve İslam hilafetiyle yüce Osmanlı Saltanatını içeren yüce devletimize terk ve geri verilmesinin tek milli emelimiz olması nedeniyle bunu dilemekte ve rica etmekteyiz.

İkinci Karar, 12 Aralık:

12 Aralık 1918 tarihinde toplanan ve tüm Kıbrıs ahalisini temsil eden biz tüm temsilciler, dünkü genel toplantıda oybirliği ile alınan karar gereğince, Rum vatandaşlarımızın hareketleri, iddia ve isteklerine ilişkin protestomuzu ve adanın yüce Osmanlı Devleti’ne terk ve geri verilmesi hakkındaki kararımızı gerekli yüksek makamlara ulaştırmak ve bunun temini yönünde gerekli olacak önlemleri ve girişimleri Osmanlı delegeleri aracılığı ile ve onların öğütlerine uygun şekilde uygulamaya koymak ve kongreye gidip görev yapmak üzere ulusal liderimiz Kıbrıs Müftüsü faziletli Mehmed Ziyaeddin Efendi hazretlerini oybirliğiyle tek ve mutlak temsilci ve delege seçip atadığımızı bildiren bu genel temsiliyet belgesi tarafımızdan imzalanmıştır”

Meclis-i Milli’nin kararları, Kıbrıs Türk toplumuna Ziyaeddin Efendi tarafından duyuruldu.

Kıbrıslı Türklerin gözü Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Mücadelesindeydi

Meclis-i Milli toplantısının ardından Lefkoşa’da yayımlanmaya başlayan Doğru Yol, Söz ve Vatan gazeteleri ile Larnaka’da Eylül 1920’de yaşama geçirilen aylık İrşad dergisi Türkiye’deki milli hareketi ve ulusal direnişi, Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşıyla Ankara’daki bir Milli Meclisle Milli bir Hükümet kurulması olaylarını Kıbrıs Türk toplumuna duyurmaktaydı. Basın yoluyla yapılan bu haberler ve bilgi aktarımının yanı sıra adanın her yanında kurulan cemiyetler, kulüpler, dernekler kanalıyla da halka yansıtılmakta, bu kuruluşların sosyal etkinlikleri ile de milli birlik ve bütünlüğün yanı sıra Türkiye’deki kurtuluş mücadelesine maddi manevi katkı gerçekleştirilmekteydi. Neşr-i Maarif Cemiyeti, Muhacirin-i İslamiye’ye Yardım Cemiyeti, Maarifi Geliştirme Cemiyeti, Maarifi Himaye Cemiyeti, Himaye-i Mekatip bu örgütlenme coşkusu içinde kurulan cemiyetlerin başında geliyordu. Diğer kasaba ve bazı Türk köylerinde de benzer hayır cemiyetleri kurulmuş ve hepsi de kendi koşulları ve olanakları ölçüsünde etkinlikler yapmaya çalışmıştır.

Misak-ı Milli’nin dışında bırakılmak Kıbrıslı Türkleri durdurmadı

Erzurum ve Sivas Kongrelerinde şekillenen ve 28 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan son Meclis-i Mebusan’da oy birliği ile kabul edilen Misak-ı Milli, ilk maddesinde “30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dâhilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit [birleşik] Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın tamamı, fiilen ve hükmen gayrı kabil-i tecezzi bir küldür [bölünmez bir bütündür].” sözleriyle aynı zamanda milli mücadele sınırlarını da belirler. Mondros Mütarekesine atıfta bulunan Misak-ı Milli’ye göre Kıbrıs, resmen vatan sınırları dışında bırakılmıştır.

Kıbrıs’ta 1920 ile 1922 yılı arasında Kuvay-ı Milliye’ye ve Yunan saldırısına uğrayan Anadolu’daki Türk halkına yardım için gönüllü gençler ve kadınlar tarafından 20 civarında piyes oynanmış ve müsamere düzenlendi. Bu arada birçok gönüllü Kıbrıs Türkü de Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Anadolu’ya gitti. O günlerde yayınlanan Söz gazetesinde yüzbaşılığa kadar yükselen bu Kıbrıslı Türklerden bazılarının kahramanlıkları anlatılır. Bunların arasında Atatürk’ün takdirini kazanmış, madalya ile onurlandırılmış ve hatta Atatürk’ten soyadı almış olanlar da vardı. Bu dönemde köylerde, kentlerde bağışlar yapılmakta, bayramlarda kurban derileri Hilal-i Ahmer’e ( Kızılay’a) yardım maksatlı toplanmakta, yerel gazetelerin de teşvik ve kampanyaları sonucunda adanın her yanında eğitim seferberliği başlatılarak okullar için yardım toplanmakta idi. Toplumun örgütlenmesi basının en belli başlı konusunu oluştururken, halkı sürekli olarak uyarıcı, teşvik edici telkinler, yorumlar ve görüşlere yer verilmekteydi.

Birinci Dünya Savaşında Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan eden İngiltere, 1925’te Lozan Antlaşmasını onayladığında Kıbrıs’ı resmen Kraliyet sömürgesi olarak tescil etti.

1 Mayıs 1931’de Kıbrıs Türk Milli Kongresi toplandı ve Kongre Ahmet Said Hoca’yı Kıbrıs Müftüsü olarak tayin etti. Bununla birlikte dönemin İngiliz sömürge valisi Sir Ronald Storrs’un bir takım ekonomik bahaneler ileri sürmesi sebebiyle kadı ve müftülükleri ilga etmesinden dolayı karar İngilizler tarafından tanınmadı.

Bu dönemde Kıbrıslı Rumlar adanın Yunanistan’a bağlanması yönünde faaliyetlere başladılar. Söz konusu faaliyetler 1950’lere kadar tırmanarak devam etti. Bütün bu süre içerisinde Türkiye, Kıbrıs’ta olup bitenleri mesafeli bir tutum içerisinde izledi.

Kıbrıs’ta durum buyken, Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’li yıllara kadar Kıbrıs “milli mesele” değildi. O kadar ki dışişleri bakanları Necmettin Sadak ve Fuad Köprülü bile farklı tarihlerde “Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur” demişlerdi.

Kıbrıs’ın “milli dava” olarak telaffuz edilmesi, 1950’lerin ikinci yarısına denk gelir. O tarihten itibaren Kıbrıs ekonomik, sosyal, kültürel ve stratejik açıdan Türkiye’nin ilgi odağında oldu.

Türkiye’yi yönetenlerin Kıbrıslı Türklere yönelik “Türkleştirme ve Müslümanlaştırma” siyaseti, kimliğini yüzyıllardır Türkiyesiz korumayı ve geliştirmeyi başarmış Kıbrıslı Türkleri öfkelendiriyor.

Benzer İçerikler

spot_img

Son İçerikler

spot_img