Tüm kitle iletişim araçlarının ele geçirildiği, halkın haber alma kanallarının tıkandığı; dolayısıyla kültürel hayatın çölleştiği bir dönemde “dergicilik” birer vahaydı. ODTÜ’de çıkan öğrenci dergileri bu vahalar arasındaydı. Haluk Kalafat, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası ODTÜ’de yayınlanan öğrenci dergilerini anlattı.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne (ODTÜ) girdiğimde Türkiye, hala 12 Eylül 1980 Darbesi’nin yıkıcı etkisi altındaydı. 80 öncesinin birçok kurumu gibi ODTÜ de askeri darbenin siyasi ajandası doğrultusunda değiştirilip dönüştürülecek yeniden yapılandırılacaklar arasında yer alıyordu. Daha sonra AKP’li yıllarda da görüleceği üzere ODTÜ, kendi gelenekleri doğrultusunda direnmeye çabalıyordu.
Üniversiteye başlayıp öğrenci yurduna adımımı attığımdan itibaren bambaşka bir dünyanın içine girmiştim. 12 kişilik yurt odamızda 80 öncesinden kalma iki abimiz vardı. Biri darbe sırasında hazırlıktaydı diğeri, diğeri ise darbeciler tarafından hapse atılmış ama iki yılın sonunda hakkında dava bile açılmadan serbest bırakılıp okula dönmüştü. Dolayısıyla yurt odamızda 80 öncesinin kültürü büyük oranda varlığını sürdürüyordu. En genel ifadeyle tanımlamam gerekirse kolektif bir yaşam sürüyordu. Örneğin kimse dolabını kitleme gereği duymuyor, kitaplar, yiyecekler ortaklaşa tüketiliyordu. Üniversite eğitimimin büyük bölümünü yurtta ve kantinde almış olduğumu söyleyebilirim. Üst düzey tartışmalara yetişebilmek için can kulağımla dinleyip tavsiye edilen kitapları, makaleleri okuduğum güzel yıllardı.
Evet ODTÜ öğrencisiyle, çalışanıyla ve akademisyeniyle kendi kültürünü korumaya çalışıyordu. Örneğin yurt odamıza yapılan ilk jandarma baskınında ölümüne korkmuştum. Rutin bir arama olduğunu, arada yurt odasının kapısının büyük bir gürültüyle açılarak sabahın köründe yataklarımızdan bağırış çağırış kaldırılacağımızı o gün öğrendim. Bir aramada bir jandarma eri içinde Karl Marx, Marksizm, sosyalizm kelimelerinin geçtiği fotokopiyle çoğaltılmış kitaplarımı başçavuşuna götürdü. Gözaltına alına alınıp okuldan atılacağımdan neredeyse emindim. Başçavuş yanıma gelip “Siyaset biliminde mi okuyorsun” diye sordu. Daha cılız bir evet yanıtını almadan kitaplarımı dolabıma koyuyordu. ODTÜ’nün başçavuşu bile bir değişikti.
Ülkeyi saran askeri darbenin karanlığında muhalif halk yığınları, sesini duyurmakta güçlük çekiyordu. Televizyon ve radyo devletin elindeydi, ulusal basın ise darbenin ertesi gününden başlayarak askeri yönetimi alkışlamaktan başka bir şey yapmıyordu. Bize kalan ise dergilerdi.

Katılım’lı yıllar
1980 Darbesi’nin karanlığında yayınını altı sayı boyunca sürdüren Katılım, öğrencilerinin tartışabildiği, diğer öğrencilerle iletişime geçebildiği bir zemin hazırlamıştı. Dergi kolluk güçlerinin baskısı nedeniyle 1987 – 1990 yılları arasında önce Katılım, ardından Yeni Katılım ve son olarak Demokratik Katılım adıyla yayınlanmıştı. Hem bu baskı hem de ülkenin yaşadığı ekonomik kriz öğrenci harçlıklarıyla finanse edilen derginin, dört senede bu kadar az sayı çıkarabilmesinin nedenlerinden oldu. Başka nedenler de vardı elbet, ODTÜ zorluk derecesi yüksek bölümleriyle bilinen bir okul, yoğun ders programı engellerden biriydi. Bir diğeri ise Katılım’ı çıkaran öğrencilerin ODTÜ Öğrenci Derneği’nde yoğun olarak çalışmalarıydı.
Dergi eski mezunlara, başka üniversitelerden konuk yazarlara ve dönemin önemli akademisyenlerine de sayfalarını açmıştı. İlk sayısında itibaren ODTÜ’lü öğrenci ve akademisyenlere yazılarıyla katılım çağrısı yapıyorlardı.
Katılım Körfez savaşı, Perestroyka ve Glasnost ile değişim dönemine giden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi küresel meselelere; yozlaşma ve yobazlaşma, ekonomik kriz gibi ulusal konulara ve çoğunlukla üniversite eğitiminin sorunlarına ve öğrenci hareketlerinin yeniden canlanmasına dair yazılara, röportajlara yer vermişti. Bu çalışmaların arasında en dikkat çekici olanı, Mayıs 1990 tarihli sayıda o dönem ODTÜ Petrol Mühendisliği bölümü üçüncü sınıf öğrencisi olan Umur Eminkahyagil’in SSCB Elçiliği Basın Müşaviri ile Perestroyka ve Glasnost’u konuştuğu röportajdı. Bir öğrenci dergisi için hatırı sayılır bir gazetecilik başarısıydı bu röportaj. Katılım ilk dönemlerinde siyaset ağırlıklı başladığı yayın çizgisini sanat üzerine yazılara da yer ermeye başlayarak etki alanını genişletti.
1987’de Katılım “özerk ve demokratik üniversite” talebini öne çıkaran yazılarla ve tartışmalarla yola koyulmuştu. ODTÜ’ye özgü sorunları ele aldığı kadar, 12 Eylül ile üniversitelerin özgürlükçü yapısını daraltan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) sisteminin eleştirisi yapılıyordu. 1989 yılındaki sayılarında ise gençliğin söz hakkının iade edilmesi ve öğrencilerin örgütlenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.

Torpak’ı ekmeye başlamak
1990 yılına gelindiğinde 12 Eylül darbesinin etkisi daha azalmıştı. Katılım seyrek aralıklarla da olsa yayınını sürdürüyordu. Benim de içinde bulunduğum Torpak Kültür Yaşam dergisi, bu ortamda çekirdeğini ODTÜ yurtlarında kalan öğrencilerin çabasıyla yayınlanmaya başladı. Derginin ilk sayısı 1990 tarihinde Kütür Yaşam adıyla yayınlandı, ikinci sayısı ise Ekim 1990’da yayınlandı. Derginin sloganı “Yıkanmaya direnen çocukların dergisi” idi. Torpak, Katılım’a nazaran daha çok edebiyat ve kültür alanına yönelmişti.
İlk sayıda dergiciliği bilmeyen, ilk kez yazıları, şiirleri ya da öyküleri kağıtla buluşan gençler olarak birçok hata yapmıştık. Mizanpaj acemi işiydi, baskı işlerini matbaada ustalardan öğrenmeye çalışmıştık, derginin bir sayfasının boş kaldığını tam baskıya girecekken fark etmiştik. İlk sayı zorlu bir yolculuktu ama oldukça eğiticiydi. İkinci sayıda dergimize isim vermeyi başarmıştık: Torpak. Dergi fikri ilk aklımıza düştüğünden itibaren, “sözcüklerin tohum, derginin toprak olduğu” benzetmesi yapılıyordu. Lakin Toprak adını 1960’lı yıllarda milliyetçi bir grup dergilerinde kullanmıştı. İlk sayı baskıya girmeden hemen önce öğrenmiştik bunu ve dergi adsız kalmasın diye alel acele Kültür Yaşam yazı vermiştik. İkinci sayıyı hazırlarken bir arkadaşımızın “Bizim köyde zaten toprak denmez, ‘torpak’ denir” şeklinde çıkışı üzerine dergi adını bulmuştu.
Torpak ağırlıklı olarak edebiyat dergisiydi, ODTÜ çalışanlarıyla yaptığımız soruşturma tarzı gazetecilik çalışmaları, akademik yazılara da yer vermiştik. İlk sayının merhaba yazısında “Amacımız insanların ürünlerini, birikimlerini sunabileceği bir ortam yaratmak. Üniversitede daha iyilerini üretebilecek, şu anda da ‘üreten insanlar’ olduğuna inanıyoruz. İnsana olan umudumuzu yitirmedik. Donkişotluğumuzu, aramızdaki iletişimsizliği kırmak için bir girişim olarak görün istiyoruz”. Haziran’da dönem sonuna yetiştirebildiğimiz ilk sayımızı yeterince dağıtacak zamanımız yoktu. Okul tatile giriyordu. Elden satabildiğimizi sattık ve elimizde kalan dergileri tatil için yurttan ayrılırken kapıya bırakıp tatile çıktık. Dönem başında okula döndüğümüzde derginin beklediğimizden çok daha geniş bir kitleye ulaştığını ve etki yarattığını gördük. Çağrımız üzerine dergiye destek vermek isteyen yeni arkadaşlarla ikinci sayımızı bir ay gibi kısa sürede çıkarttık.

Apus ve Sarhoş Gemi
ODTÜ’de artık iki dergi yayınlanıyordu. Üçüncüsü ve dördüncüsü de ardından katıldı. Edebiyat ağırlıklı Apus ve Sarhoş Gemi. İki derginin, ekibi birbirine yakın edebiyata gönül vermiş arkadaş grubundan oluşuyordu. Daha sonra edebiyat ve sanat çalışmalarını sürdürecek Barış Bıçakçı, Bora Ercan, Suat Kemal Angı, Ali Pekşen, Bayram Keten gibi isimler bu dergileri üretti.

Abra’da buluşmak
1990’la birlikte 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin yarattığı baskı dolu dönemden çıkış için toplumsal muhalefetin sesinin daha gür çıktığı döneme girildi. Faili meçhullerin yaşandığı, 1996’da Susurluk Skandalı’yla iyice gün yüzüne çıkacak devlet – mafya ilişkilerinin ülke siyasetini güdümüne aldığı başka bir karanlık dönem başlıyordu. Gençlik hareketi 80’lerin ikinci yarısından itibaren hareketlenmeye başlamıştı. ODTÜ’de de yeni iletişim kanalları zorlanıyor, kitleselleşme çalışmaları başlıyordu. Abra dergisi bu ortamda doğdu. Katılım ve Torpak dergileri yeni ortak bir dergi oluşumu için faaliyetlerine son verdi. Yeni dergi çalışmaları için yapılan çağrılar sonrası 1991 yılının başlarından itibaren geniş katılımlı toplantılar düzenlendi.
15 Mayıs 1991 günü Abra’nın ilk sayısı yayınlandı. Giriş yazıları Torpak ve Katılım dergilerinin yeni dergiye neden gerek duyulduğuna dairdi. Katılım adına yazıya imzasına atan Kaya Özkaracalar şöyle diyordu:
“ODTÜ’deki bütün demokrat öğrencilere seslenen, onların katkılarına açık. Çok seslilik ve çeşitlilik içinde birlik ilkelerini baş tacı eden, gönüllük ve eşit haklılık temelinde tam demokratik olarak işleyen bir dergi çıktığı sürece Katılım’ın yayını durdurmayı ve kaynaklarımızı yeni dergiye aktarmayı 23 Nisan 1991 tarihinde yaptığımız toplantıda kararlaştırdık.”
Toprak dergisi adına kaleme alınan yazıda da yeni dergiden beklenenin “üniversitede en geniş demokrat kitleye ulayarak birlikte karar alma sürecine katkıda bulunmak” olduğu belirtiliyordu.
“Teraziyi dengelemek için hafif gelen kefesine konulan ağırlık” anlamına gelen Abra, bu ilkelerle yola çıktı; kurucu kadro yavaş yavaş mezun olup ODTÜ’den ve dergiden uzaklaşsa da yeni katılımlarla 1996 yılı sonlarına kadar yayınını sürdürdü.